Rengigül Ural: Rahmi Koç Bey “Akıllı bir kadınla çalışmışsınız akıllı olmalısınız.” -2

Disiplinli çalışmaktan hiç vazgeçmeyen Rengigül Ural, Sandoz’da çalışırken Koç Grubuyla yollarının kesiştiğini ve Vehbi Koç’un kızı Semahat Arsel’le çalışmaktan zevk aldığını, Semahat Arsel’in her zaman motive edici tavırları olduğunu belirtiyor.  Rahmi Koç’un da (Dr. Güzin Poffet’i işaret ederek) Akıllı bir kadınla çalışmışsınız akıllı olmalısınız” Sözlerinin kendisini onurlandırdığını ve güç kattığını ekliyor.

Koç Holding ile yollarınız nasıl kesişti?

1983 yılında Ersin ile evlendim. I. Levent’teki baba evimden Hüsrev Gerede’deki anneanne evimize taşındık. Ersin de stüdyosunu babasından ayrı olarak yeni açmıştı. Babamın karşı çıkmasına rağmen, eşimin desteği ile özel sektöre geçmeye karar verdim. Üç büyük kuruluştan Sandoz’u seçtim. İngilizce ve Türkçe yazılı sınav ve mülakatlardan sonra “Protokol asistanlığı ve Sandoz Gazete yayın editörlüğü” görevime başladım. Üniversitede 12.000 TL. alırken 110.000 TL. ve yan haklarım, sağlık kontrollerim ile doğru bir karar vermiş olduğumu daha iyi anlıyorum. Dr. Güzin Poffet ile çalışmak disiplin ister. Zaten 12 yıl sonra Koç Ailesi’nden Semahat Arsel Hanım ile çalışmaya başladığımda, Rahmi Koç Bey “Akıllı bir kadınla çalışmışsınız akıllı olmalısınız.” demişti.

Sandoz çok oturmuş bir firma idi. Türkiye’de İsviçre’yi yaşadığımı söyleyebilirim. Yabancı direktörlerle, başkanlarla gayet güzel diyalog içinde idik, tabii ilaç sektörü ile de. YASED, İlaç İşverenler Sendikası toplantıları da olurdu. Ben aynı zamanda “Psikotrop İlaçlar”ın kırmızı mühürle saklanması, öncesinde giriş, çıkış hesaplanmasını da aylık olarak yapardım. Sağlık Bakanlığı kontrole gelirdi.  İKSV’ye destek olurduk. Konserler, sinema, tiyatro faaliyetleri… Sandoz Sergi envanterinin sorumluluğunu da verdiler. Beşiktaş’ta Türkan Şoray’ın binasında genel müdürlük birimi vardı. Girişi Sandoz Sergileri’ne ayrılmıştı. Unicef için de etkinlik düzenlerdik. Sandoz Yayınları’nda da emeğim çoktur. Ayrıca Uluslararası Soroptimist Derneği’nin de yazışmalarını sürdürüyordum. Türk-İsviçre toplantılarından da çok deneyim sahibi oldum. Toplantı, davet ve ikramlarda Swissotel ve Divan ile işbirliği halinde idik. Sandoz, Ciba ile birleşirken Novartis oldu ve ben yine en iyi kararlarımdan dediğim tüm haklarımı İsviçre standartlarında alarak Koç Holding’e geçtim. Bu detayları aslında özellikle ve içgüdüsel yazıyorum. Genç okurlara deneyimler gibi. Doğru zaman, doğru pozisyon, doğru iş/eş…
Babamın fakültesinden Orman Botaniği Bilim Dalı’ndan birbirlerini seven sayan babama “Faik abi” diyen kıymetli bilim adamlarımızdan Prof. Dr. Gökhan Eliçin’in eski eşi Fethiye (Temiz) abla, Ciba’dan Koç Holding’e geçmişti ve Sevgi Gönül ile çalışıyordu. Beni tavsiye etti. Çeşitli görüşmeler yaptık. Zaten Semahat – Dr. Nüsret Arsel, Drs. Güzin – Edgar Poffet’lerin dostlarıydı Sevgi Hanım gibi. Ortak çalışmalar içinde idik. Semahat Hanım, Güzin Hanım’dan “reference check” yapmış ve Güzin Hanım da “tam onay vermiş”. Referans önemlidir. Hele Güzin Hanım’dan.

Ortadoğu Başkanımız Mr. Jetzer’in de katıldığı güzel bir veda partisi yaptılar. 29 Ekim’de bir gün izin yaparak Semahat Arsel Hanım’la çalışmaya başladım. Vehbi Bey vefat etmiş, naaşı çalınmıştı. Ne ilginç ki Semahat Hanım’a, Güzin – Edgar Poffet’ten taziye mektubunu da ben yazmıştım. Semahat Hanım ilk günümüzde “Uğurlu gelirsin de babamın naaşı bulunur.” demişti. Bir hafta sonra hep birlikte çok sevindik. Dr. Nüsret Arsel’in yazılarını da zevkle yazıyordum. Müziğe meraklıydı, Utku’nun müzik kulağını, bestelerini beğeniyor ve müzikte ilerlemesini istiyordu. Semahat Hanım ise müzecilikte kendisini yetiştirmesini tavsiye ediyordu. Semahat Hanım’ın dileği oldu. Vehbi Bey’in ilk kadın müdiresi Afife hoca hayatımızda idi, birlikte çalışıyor, yazılar yazıyorduk.

Semahat Arsel ile çalışmak sizin için ne ifade ediyor? Çalışma ortamında hatalarınız, yanlışlarınız olduğunda o an duygularınız, korkularınız oldu mu?

Çok güzel bir duygu. Semahat Hanım ile çalışırken zorluk çekmedim. Ailemdeki yaşam gereği “yarı-resmi” ilişkiler, protokol bilgisi, saygı ve sevgi, bağlılık ve atalarımdan geçen genlerim işlerimi kolaylaştırdı. Çalışmaktan zevk alıyorsanız, kendinizi vazifenize odaklıyorsanız yanlışlık pek olası değil. Böylece bir korku da söz konusu olamaz. Doğum günüm 28 Haziran 2019’da emekliliğe hak kazandığımda bir yemek daveti veren Semahat Hanım sözlerine şöyle başlamıştı:

“… ayrılabilmek insanı taçlandırır. Bu bir şereftir.  1996 yılında benimle çalışmaya başlayan Rengigül fevkalade disiplinlidir. Ne modaya imrenir, ne adaya. Hedefi ne ise oraya kilitlenir. Devamlı olarak kültürünü, görgüsünü geliştirmeye çalıştı. Benden başka kocası ve oğlu da fevkalade kontrolü altındadır. Onun bu katı disiplinini hem kıskanmış hem de hayran olmuşumdur. İlk görüştüğümüz günlerden birinde uzun saçlarını kesmesini, kısa saçın kendisine daha fazla yakışacağını söylediğimde veya önerdiğimde “Ersin saçlarımı böyle daha çok beğeniyor.” cevabını almıştım. Neticede çalıştığı günden bugüne kadar saçı da, giyimi de değişmedi. Şimdiki gençlere bakıyorum da 20 yılda herhalde 20 kere değiştirmişlerdi. Disiplinli insan işte böyle olur. Rengigül beni benden daha iyi tanır.”

Vehbi Koç Vakfı Başkanı’nın asistanı olarak nasıl bir ortamda bulundunuz? Kendinizi ağır sorumluluk altında olduğunuzu hissettiniz mi?

Semahat Hanım, Koç Ailesi’nin en büyük ferdi olarak VKV Başkanlığı yanı sıra başkaca da görevler üstlenmiştir 1964 yılından itibaren. Ben son 23 yılını yakından bilebiliyorum. Her vazife sorumluluk gerektirir. Hiçbir zaman “ağır sorumluluk altında” olduğumu hissetmedim. Bunu hissederseniz vazifelerinizi doğal, doğru, olması gerektiği biçimde icra etmeniz zorlaşır. Olması gerekeni, olması gerektiği gibi yaparsanız zorlanmazsınız. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ndeki bildirimde de değinmiştim. Kısaca sempozyum notlarımdan bahsedeyim:  Markalaşma Yolundaki Sürdürülebilir Başarı Kapsamında “Yürüdüm ve yürüdüm ve ne gördüm?”

“Markalaşma Yolunda Sürdürülebilir Başarı” konferansında da değindiğim gibi sizce ben bu konu başlığımla ne anlatacağım? Yazımın devâmını okumadan önce bir süre düşünmenizi ve aklınıza gelenleri not almanızı rica ediyorum.  Sözlerime, rahmetli Çetin Altan’ın kaynak kitaplarımdan biri de olan “Tarihin Saklanan Yüzü” kitabının satır araları ile başlamak istiyorum.

“Bugün devlet arşivlerinde henüz elden geçirilerek derlenip düzenlenmemiş doksan milyona yakın belge bulunduğu söylenir. Kendi aile ortamımızda da, daha önce yaşamış olanlardan arta kalmış mektupları, fotoğrafları, kitapları, yazıları defterleri doğru dürüst toparlayarak, kuşaktan kuşaklara miras kalacak aile arşivi yaratmaya merak sarmış kaç kişi vardır?”

Edinburgh’taki okulumda okuduğum “Janet & John” ilkokul kitabım beni etkiledi ve yaşam felsefemi oluşturdu;  “I walked and walked and what did I see?” dediğinde Janet; “Yürüdüm ve yürüdüm ve ne gördüm?” idi hayatım.  Mevlevî atalarım da “Dinle” diyorlardı. Ben de yürüdükçe gördüğüm, yaşadığım, duyduğum, iç ve dış güzellikleri özümsemeye gayret ediyorum. Yazabilmeye, dilim döndüğünce de tarif etmeye çalışıyorum. Acı-tatlı güzellikler, hayatın ta kendisi dediğimiz gibidir.  Çetin Altan’ın “Janet & John”u okuyup, okumadığını bilmiyorum ama yaşadığımız ortamdaki “dünyayı tanımak” işin püf noktası galiba.

Seçtiğiniz meslekte başarılı olmak istiyorsanız iyi bir arşivci olmalısınız. Bu bir ilimdir. İyi bir arşivci olmak hâfıza teknikleri geliştirerek belleğinizin daha da güçlenmesini sağlar. Gitgide önceliklerin püf noktalarını da kavramaya başlarsınız. Yıllık, aylık, günlük planları yaparken de size faydalı olur. Bir plan yaparken o tarihlerin önemine de vâkıf olursunuz. Bir etkinlik organize ederken hangi günlere rast geldiğine dikkat edersiniz. Böylece kokteylli bir tanıtımı Berat Kandili gününe getirmezsiniz.

Plan – Not Tutmak – Arşivcilik Üçgeni

Nasıl bir adım önde olunuru da bunları özümsedikçe doğal bir refleksle yapmaya başlarsınız. Bu refleksler tıpkı Nobel ödüllü İvan Pavlov’un psikoloji ve fizyoloji alanındaki deneyleri gibidir. Her fert kendi başarı yolunda bu deneyimleri ile var olur.
Çoğu kez de “bir adım önde ama gölge” başarı getirir. İşte işin püf noktası. En sâde örneklerle:  Bir toplantı kaç saat sürecek? Kaç kişi katılacak? Telefon bağlanacak mı? Telefon bağlanmayacak ise not nasıl iletilir? Cep telefonları o toplantı dışında kalacak mı? O toplantıda ne ikrâm edilecek? Sonrasında nerede yemek yenecek? Menü ne olacak? Yabancı bir konuğu nasıl ağırlarız? Nasıl ülkemizi tanıtırız?  Bu sorular gibi onlarca daha soru olur. Bu on satırda bilmeniz gereken neler var? Kısaca;  Beden dilini bilmek. Kişileri tanımak. Kişilerin resmini çıkartmak. Fotoğraf okumak. İkrâmın inceliklerini bilmek. Yabancı bir konuğa ne hediye edilir? Hangi konaklama – seyahat şekli ile mutlu olur? Toplantı, yemek, otel odası için seçilecek çiçek ne olmalı? Gizli evrak ve gizli kalması gereken konuşmayı nasıl içimizde saklayacağız? Öncelikleri nasıl belirleyeceğiz? Görülüyor ki çiçeklerden, yemeklerden, mûsîkîden de anlayacağız. Yâni rafine, sofistike olacağız. İngilizcede iki sözcük pek hoşuma gider. Biri; “pleasure”, diğeri “fruitfull”. Londra’daki Trinty House School’da “cooking for pleasure” derslerimiz vardı. “Zevk için yemek pişirmek”. Zevk için yaparsanız hayatınızın içindeki her şeyi zevk alır ve verirsiniz. Buna ben “equal pleasure” yâni “eş haz” diyorum.  “Eş haz” her olguda çok önemlidir. Okulda, işte, evde; birlikte çalıştığınız, yaşadığınız kişi, arkadaşlar, dostlar, aile, eş, sevgili ile. Bu mutlu olmak-mutlu etmektir.İç huzuru ile mutlu olan insan daha başarılı, enerjik, sağlıklı olur. Sistematik plan prensiplerine uyar, planlı olursanız, evi evde, işi işte bırakabilmenin yöntemini kavrarsanız vaktiniz bollaşır. Başka uğraşlar edinirsiniz.

https://www.guncelkadin.com.tr/2020/06/20/rengigul-ural-rahmi-koc-bey-akilli-bir-kadinla-calismissiniz-akilli-olmalisiniz-2/

 

Diğer Haberler

Tümünü Görüntüle
devamını oku..
devamını oku..
devamını oku..
devamını oku..