Açıklama

“Marka Olma Yolunda Sürdürülebilir Başarı”ya Örnek: Mimar Sinan - I. Bölüm

Geçen yıl Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde konuk konuşmacı olarak “Marka Olma Yolunda Sürdürülebilir Başarı” konulu konferansta tebliğ vermiştim. Öğrenci ve hocaların pek hoşuna gitmişti. Bu konu üzerinde duruyorum.  Makalelerim ile ilgili Erzurum Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Ali Servet Öncü;

''Markalaşma Yolunda Sürdürülebilir Başarı'', ''Hocaların Hocası Olmak: Öğrencisindeki Yeteneğin Farkına Vardırabilmek Sanatıdır'' ve ''Sahip Olmaktan Öte! Sahip Çıkmak, Korumak Demektir'' başlıklı makalelerinizi büyük bir beğeni ile okudum. Hatta bu makalelerinizden derste de bahsedeceğim. Bahsettiğiniz sahip çıkmak ve korumak tam da ihtiyacımız olan ve yapmamız gereken şeyler.” diye yazarak beni onurlandırmıştı.

Ülkemin markasına en güzel örnek olarak aklıma ilk Atatürk gelir tabiî. Ancak her mesleğin öncü markalaşmış şahsı olur. Mimarlık konusunda da en iyi örneklerden birisi Mimar Sinan bence, kuşkusuz. 

Mimari estetik farkındalığının, estetikle büyümenin daha güzele ulaşmada önemine inanıyorum. E-kitaplarımın satır aralarında da vurguluyorum;

 “Mimarlığa ve Çevreye Duyarlı Olmak”

“Çevremizde güzeli aramak, ne yazık ki, yaygın bir tavır değildir. Oysa eğitim bir güzeli ve doğruyu arama çekirdeği etrafında kurulmalıdır. Eflatun şöyle diyordu; biz içgüdüleriyle güzele ve zarif olana yönelen zanaatkârlar aramalıyız; öyle ki gençler; çocukluklarından başlayarak sağlıklı bir ortamda, her yönden gelen iyiyi içsinler; asil yapıtların etkisi onların gözlerine ve kulaklarına mutlu yörelerden gelen bir rüzgâr gibi dolsun ve onları yavaş yavaş, düşüncelerin güzelliklerine sempati duymaya, onunla armoni içinde olmaya çağırsın. Düşüncenin gücünü hissetsinler.” Herbert Read iyi öğrenimin ilk koşulunun okul yapısının güzelliği olduğunu söyler. Rousseau’nun Emil’inin güzel bir bahçe ortasında, bakımlı bir evde yetiştiğini anımsatır.” Doğan Kuban Yazılar Antolojisi, 1. Cilt, “Sanat, Mimarlık, Toplum Kültürü Üzerine Makaleler”, Boyut Yayınları" Rengigül e-kitabı satır araları

Mimar denilen kişiyi Mimar Sinan’a hayran bir mimardan aktaracağım;

 "Mimar denilen kişi illâki çizerek mi anlatmalı mutluluğu? Bırakalım Abidin Dino usta yapsın resmini mutluluğun. Tâ 1961'de Galatasaray Lisesi 9-C'de Edebiyat hocam Burhanettin Şener "Herkesin içinde uyuyan bir şâir vardır." derdi. Bu fâkir ve hâkir kul, yazar durur kendiliğince. Neden mahlas olarak hâkir ve fâkir kul seçtiğime gelince; üstadım Mimar Sinan mühründe "Ser Mimâran-ı Hassa. Hâkir-ül Fâkir Sinan" der. Saray Baş Mimarı Hâkir ve Fâkir Sinan. Evet kişi, hele duygusal bir sanatçı, zenginleştikçe "fakirleşmelidir", her türlü yoz kisvelerden, unvanlardan, rütbelerden sıyrılmalı, salt "ete ve kemiğe" bürünmelidir. Kendisini elbette hâkir görmelidir ki aşama gösterebilsin, bulunduğu düzeyi asla doruk olarak kabul etmesin.

Sönmeyen tutkusunu, o yakıcı, kavurucu aşkını Mihrimah Sultanı ancak Sinan usta betimleyebilirdi, bu denli şâheser  biçimde. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii revâkları tıpkı Mihrimah Sultan'ın yerlere doğru dalga dalga dökülen ve süzülen etekleridir. Bir şiir, bir aşk "taş" ile resmedilir mi? Evet ve sâdece tek kez. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii. Yegânedir.

Mesleğimizde pirimiz üstadımız kendisine "hâkir ve fâkir Sinan" diyorsa. Biz ki onun taş yontma çırak adayıyız şunun şurasında. Elbette "hâkir ve fâkir" olmalı ve kalmalıyız. Kişi odur ki. Asla oldum demez. Hatta piştim bile demez. Kişi, hamlıktan kurtulmak için uğraş verir sonra da yanar. Tutuşur. Pişer. Bu "pişme" aşaması bitmez asla. "Oldum." demek! "Ol!" emri veren tek kutsal varlığa, yüce yaratana mâhsustur ve öylece de kalmalıdır. Hâkir ve Fâkir Kul'luğun en ulaşılmaz güzelliği de burada aslında. Sinan usta iyi ki büyük aşkı "Mihrimâh Sultan'a" hiç kavuşamamış. Avcının en "mutlu" olduğu an "avını" gez-göz ve arpacık yaparak "arpacık" üst kertiğinde nişanladığı andır. Kendisi için "nirvana" ile eşdeğerdir duyduğu haz. Kendisini bir anda "übermensch; üstün adam" hissedebilir. Dolayısıyla Sinan ustam, Mihrimâh Sultan'a ulaşsaydı vuslat vukû bulsaydı dünya mimarlık tarihinde asla görülmemiş ve asla görülemeyecek olan bir şaheser üstü meydana gelebilir miydi? Malumdur,  bilinir padişah soyundan olmayan kimseler hayrat olarak cami yaptırabilir. Ancak, minaresi tek olmak koşuluyla. İstanbul'da iki tane Mihrimâh Sultan Camii vardır, şaşırtıcı bir gerçektir. Bir tanesi Üsküdar Mihrimâh Sultan camii. O, revâklarının her birisine koskoca bir destan yazılabilecek şaheser. Diğeri ise Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii. Sinan ustamın padişah iznini dahi almadan, kendi kazancı ile yaptığı ama zorunlu biçimde tek minareli cami. 21 Haziran akşam üzeri Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nin yeterli bir mesafe ile gerisinde yer alınız, bekleyiniz. Bir yüce aşk nasıl çizilebiliyor semâya. Hatta As'mane. "Mihrimâh yani güneş ve ay; Haziran yaz gün dönümünde. Güneş, turuncu ve mor ışıkların insanı esrik eden renk cümbüşü ile tam Edirnekapı Mihrimâh Sultan Camii'nde. Minare ekseni boyunca batarken yükselir yavaş, yavaş. Ay Üsküdar Mihrimâh Sultan camii, iki minaresinin tam eksenel ortasından aşk ile yanıp tutuşmak ve yaratmak hani “Böyle bir sevmek görülmemiştir.” der ya Attila İlhan usta, işte öyle.

"Hassas" olmalı mimar. Zira insan denen o dev karmaşanın "huzur ve mutluluk bulacağı" mekânlar tasarlamakla, çevreyi "mamûr" kılmakla, ezcümle "imâr etmekle" mükelleftir, yükümlüdür. Mimar, salt eskiden T-cetveli, kurşun kalem ve sonra da "Eilinger" marka şeffaf kağıtlara ya da "Schöler" marka "çizim kartonlarına" çizen bir kişi olsaydı çok "Caduque"; topal, yetersiz kalırdı. Mimar asla oldum dememelidir. Oldum diyebilecekken bu terimi kullanmadan sonsuzluğa yürüyen saray baş mimarı Sinan ustadır. Çünkü 8nci üst kat integral hesaplarında dahi çökmesi gereken o şaheser Selimiye kubbesi 4 dev Filpâyey'ye (Fil Ayağı) dayanarak ve yükünü şiirsel bir biçimde birbirlerine aktaran "yarım kubbeleri" kullanarak çökmemekte, zamana meydan okumaktadır.

Mimar; sanatı ve tasarımı, psikolojiyi, psikiyatriyi, sosyolojiyi, çevre bilimlerini, alt-yapı ve inşaat ve elektrik ve makine mühendisliklerini, uzay geometriyi ve giderek kırıklar geometrisini, meteorolojiyi, jeolojiyi, hidrolojiyi, tarım ve ormancılığı, iktisadı, hukuku [Roma Hukuku’ndan başlayarak tâ İmar Hukuku'na ve Uluslararası Özel Hukuk ve Devletler Hukuku'na kadar], Ticaret Hukuku'nu ve bilhassa Medeni Kanun: Yurttaşlar Yasası Kişi Hukuku ve Borçlar Hukuku Bâb'larını özümsemek ve uygulamakla yükümlüdür. Mimarın çevresini ve toplumu "mamûr" etme görevi tükenmez. Lûtfedip, bana lâyık gördüğünüz "Mimar hassaslığı ve ışığı" işte bu nedenledir. Mimar özde "mamûr edebilen bir mimar" ise çizdiği her çizgide bir hikmet arayan ve eseri tamamlandığında cümle âleme âyan ve beyân edendir. İstanbul Çıkışı "Moğlova Su Kemeri" ve ince bir nakış, bir iğne oyası titizliğinde örülmüş taş duvarlar ve sütunlar ve ayaklar ve kemerler gibi. Mimar: Heykeltıraştır. Ressamdır. Yazardır. Şâirdir. Aktör, aktristir. Rejisördür. Orkestra şefidir. Yarattığı esri ile psikiyatrist, terapisttir. Mimar bir "artiste complet; komple bir sanatçı"dır.” Mete Gürer 

Mimar Sinan’ın botanik özelliğini Aralık köşe yazımda aktarmaya çalışacağım. “Marka olma yolunda sürdürülebilir başarı”ya en tipik örneklerden biri Sinan nur içinde yatsın. Öğreneceğimiz nice öğreti var kendisinden.