“Marka Olma Yolunda Sürdürülebilir Başarı”ya Ülkemden Örnekler: Uluslararası Türk Bilim İnsanlarımız – 4 Prof. Dr. Vefik Vassaf – 19 Mayıs 1919’un 100. Yılı Onuruna

Açıklama

 

"Marka Olma Yolunda Sürdürülebilir Başarı”ya Ülkemden Örnekler: Uluslararası Türk Bilim İnsanlarımız – 4 Prof. Dr. Vefik Vassaf – 19 Mayıs 1919’un 100. Yılı Onuruna

Teyzezâdem, Atatürk’ün halazâdesi Prof. Dr. Vefik Vassaf’ı, Türk hekimlerine çok önem veren Gazi Mustafa Kemal’i saygıyla anıyorum.

Prof. Dr. Vefik Vassaf, değerli bir bilim insanı olmasının yanında “insan”lığı ile de örnek olmuş, maddi durumu mahdut hastalardan tek kuruş ücret almadan tedavi etmiştir. 

Mikrobiyoloji Dergisi, 1967 yılında kadirşinaslıkla hocalarından bahsetmişler. Emeği geçenlere, bizlere  başsağlığı dileyenlere teşekkür ederim.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Enstitüsü Direktörü iken 13/7/1963 tarihinde yaş haddi dolayısıyla emekliye ayrılmış bulunan, yurdumuzdaki birçok doktor, mikrobiyolog, Doçent ve Profesör’ün hocası, fevkalâde insan, Prof. Dr. Vefik Vassaf  Akan, 24 Nisan 1967 Pazartesi günü vefat ederek, kendisini sevenleri büyük bir üzüntü içinde bırakmıştır. Vefik Vassaf Akan, 1893 yılında Söke’de doğmuştur. Denizli Defterdarlığı’ndan emekli Ali Vassaf  Bey’in oğludur.

 İlk ve orta tahsilini Aydın, İzmir ve Selânik okullarında bitirdikten sonra,  Askerî Tıbbiye Okulu’na girmiş, 1917 yılında bu okuldan mezun olmuştur.

 Daha okulda iken, kendi isteği ile Birinci Cihan Harbi’nde ve Balkan Harbi’nde Erzurum Askerî Hastanesi ile Kulp ve Hınıs’ta bir süre ordu hizmetinde çalışmıştır. Mezuniyetinden sonra Guraba Hastanesi’nde merhûm  Dr. Reşat Rıza Bey’in yanında bir süre asistanlık yapmış; daha sonra Halep Başmenzil Hıfzıssıhha Müşavir Muavini olarak Prof. Zihnanı ile birlikte çalışmıştır.

 İstiklâl Savaşında, Dumlupınar, Banaz ve Afyon Harpleri’ne tabur hekimi olarak  fiilen iştirak etmiş; kurtuluştan sonra bir yıl kadar Aydın Memleket Hastanesi’nde Dahiliye Mütehassısı ve Laboratuvar Şefi olarak bulunmuştur. 1925 yılında kendi hesabına Hamburg Hıfzıssıhha Müessesesi’nde ve Tropikal Hastalıklar Enstitüsü’nde çalışarak diploma aldıktan sonra, Berlin’de Robert Koch Enstitüsü’ndeki kursları ve Virchow Hastanesi’nde İntaniye kurslarını bitirmiştir. Ayrıca Frankfurt’ta Ehlich Enstitüsü’nde, Aşı, Serum ve Seroloji Bölümleri’nde 6 ay, Paris ve Prag’daki çeşitli enstitülerde de bir yıl kadar çalışmıştır. Yurdumuza döndükten sonra, çeşitli bölgelerde kızıl, çiçek, veba, menenjit ve layşmanyazis mücadelesinde görev almış; iki yıl İstanbul Bakteriyolojihane Müdürlüğü’nü yaptıktan sonra, Refik Saydam M. H. Enstitüsü’nde çeşitli şube müdürlüklerinde, Enstitü Müdür Muavinliği ve Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Daha sonra, İstanbul Tıp Fakültesi Bakteriyoloji – Salgınlar Bilgisi – Parazitoloji Doçentliği’ne tayin edilmiştir. Çeşitli okullarda uzun yıllar hocalık  yapan; yurdumuzda ilk modern Mikrobiyoloji Kitabı’nı, Ord. Prof. Braun ile birlikte yazmış olan; çeşitli têlif ve çeviri yayınları bulunan Prof. Akan, İstiklâl Madalyası ile de taltif edilmiş bulunmaktaydı. 1948 yılından beri  A. Ü. Tıp Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve 1950 yılından beri Mikrobiyoloji Profesörü olarak çalışmış bulunan, bu arada eşsiz kişiliği, ilmî müsamahası ve târif edilmez efendiliğiyle kendisini istisnâsız  herkese sevdirmiş olan Sayın Hoca’mızın kaybını bildirmekle, Bültenimiz derin bir üzüntü duymaktadır. Yetiştirdiği binlerce bilim adamının kendi hâtırasını yaşatacaklarından teselli bularak, kendisine Tanrı’dan rahmet, ailesine, yakınlarına ve Türk Bilim Âlemi’ne başsağlığı dileriz.”

Memleket Hastanesi

Fotoğraf: Metin Gürer Arşivi, II. Abdülhamid’in yaptırdığı hastahane

 Atatürk’ün halazâdesi öz anneannem Bedia Atam’ın ebediyete intikâl ettiği, teyzezâdesi Dr. Vefik Vassaf’ın hizmet ettiği, II. Abdülhamid’in yaptırdığı hastane ne yazık ki bugüne gelememiş. Ancak anıları ile Rengigül Hanım’ın kitabı “Rengigül”de yer almakta. Milli Mücadele’nin yaşandığı Afyon’un o haliyle kalmasını, açık bir müze olmasını çok arzu ederdim. Eminim uluslararası tarih turizmine, “dark tourism”e de tipik bir örnek olurdu. Fotoğraf arşivi için değerli hukukçumuz Metin Gürer'e ve 15 Aralık 2009, Kocatepe Gazetesi’nde yayınlanan “Memleket Hastanesi” makalesi için değerli tarihçimiz Hasan Özpınar’a teşekkür ederim.

“Bu yazımızın konusu; yapıldığı zamanlardaki adıyla Gureba daha sonra Hamidiye Etfal ve en sonunda Memleket Hastanesi olarak adlandırdığımız şehrimizin bilinen ilk hastanesi.

 1800’lerin sonlarında gerek Balkanlar’ın gerekse Girit Adası’nın Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasıyla Evladı Fatihan dediğimiz, buralarda yaşayan Türkler için de sıkıntılı günler başlamıştı. Baskılara dayanamayan soydaşlarımız çareyi elbette ki anavatan Türkiye’ye sığınmakta bulmuştu. İlk olarak 1877–78 Osmanlı-Rus Harbi’nde elden çıkan bugünkü Bosna Hersek’ten göçmenler ülkemize gelmiştir. Muhacir olarak adlandırdığımız bu insanlar devlet tarafından çeşitli illere yerleştirilmişler, Afyonkarahisar da o illerden birisi olmuştur. Rumeli olarak tâbir edilen Bosna Muhacirleri’nin yerleştirildiği yer bugün Mecidiye olarak bilinen semtimizdir.

 İlimize yerleştirilen muhacirlerin önemli bir kısmı da 1897 yılında elimizden çıkan Girit Adası’ndan gelenlerdir. Bunun yanı sıra diğer Balkan ülkelerinden gelenlerde vardır. Bu muhacirlere şehrin Taşlıdere denilen mevkîinde araziler verilmiş, zamanla burada oluşan mahalleye de devrin Padişahı Sultan II. Abdülhamid’e izâfeten ”Hamidiye” adı verilmiştir.

1905 yılına gelindiğinde şehrin sağlık ihtiyaçları göz önüne alınarak bu mevkîiye bir hastane yapılmıştır. Sultan II. Abdülhamid’in lütufları, Mutasarrıf Neşet Bey’in ve halkın gayretleriyle şehrin tam çıkış noktasına yapılan bina 2 katlı, kâgir, son dönem Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden biridir.

 Yapıldığı yıllarda yukarda bahsettiğimiz gibi ”Hamidiye Etfal Hastanesi” olarak adlandırılan bina 1908 yılında  II. Meşrutiyet’in ilanı ve Sultan Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılması ile ”Gureba Hastanesi” olarak anılmaya başlanmıştır. İlk başhekimi ve dâhiliyecisi de Operatör Bursalı Emin Bey (Erkul) ve kardeşi Hacı Faik Bey’dir. Hastane, Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar Hususi Muhasebe yani Özel İdare Bütçesi’nden idare edilir.

 Kızılay Arşivleri’nde rastladığımız 21.10.1916 tarihli ve Savaş Tutsakları Merkezi Komitesi tarafından Afyonkarahisar’da Damas Hastanesi’ne gönderilen bir mektupta Reginald Fandington adlı askerin Damas Hastanesi’nde olup olmadığı ve sağlık durumu hakkında bilgi talep edilmektedir.  Adı geçen kişi, o yıllarda Afyonkarahisar’da esir olarak bulunan Fransız uyruklu bir askerdir. Fakat şehrimizde Damas adında bir hastane olup olmadığına dair başka bir belgeye rastlayamadık.

Milli Mücadele yıllarında Hastane Hilâl-i Ahmer’in (Kızılay) kontrolündedir. 10 Mart 1919 tarihli Karahisar-ı Sahip Hastanesi Baştabibi Abdurrahman imzalı bir mektupta Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nden acilen yetişmiş hastabakıcı ve hemşire istenmektedir.

İşgal günlerinde Memleket Hastanesi olarak bilinen binanın yanı sıra Afyon Lisesi Binası da hastane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Fakat burası Türkler için değil yaralanan, hastalanan işgalci Yunan askerlerinin tedavilerinin yapıldığı bir hastanedir. Arşivimizde bulunan, yıllar sonra ortaya çıkardığımız ve sergilediğimiz Afyonkarahisar’ın işgal günlerine ait bir kartpostalda lise binasının çatısına çizilmiş Kızılhaç işareti o günlerden kalan bir belgedir.

Biz dönelim Memleket Hastanesi’ne. Yıllar geçer Memleket Hastanesi hizmete devam eder, fakat şehrin artan nüfusuna artık cevap verememektedir. 1930’lu yılların sonuna gelindiğinde yeni bir hastane yapılması gündeme gelir. Şehrin gelişme istikâmeti de dikkate alınarak Cirit Kayalığı’nın eteklerindeki eski Yahudi Mezarlığı olan arazi yeni hastane yapımı için uygun bulunur. 30 Nisan 1938 tarihinde törenle başlayan inşaat, ödenek yetersizliği sebebiyle uzun yıllar sürer. Büyük bir kısmı halkın bağışlarıyla tamamlanan bina 1945 yılı sonunda bitirilir.

9 Ocak 1946 tarihinde yaklaşık 40 yıl hizmet veren Memleket Hastanesi boşaltılarak eşyalar yeni Devlet Hastanesine nakledilir.

Taşındıktan sonra 5 yıl kadar boş kalan eski Memleket Hastanesi binası ara sıra gündeme gelir. 1949 yılında Sağlık Bakanlığı’nın binayı tamir ettirerek Verem Hastanesi olarak açması gündeme gelse de ne yazık ki bu teşebbüs gerçekleşmez. Uzun süre boş kalan bina 1950’li yıllarda yıkılırken, girişte en üst cephede yer alan kitabesi taşçı ustası Nuri Efendi tarafından Afyonkarahisar Müzesi’ne verilir. Bugün Arkeoloji Müzesi’nde muhafaza edilen kitabede şöyle yazmaktadır:

Nigahı iltifat-ı Hazreti Abdülhamid Handır

İden ihya fuyuzatıyla kalb-i her derde hevahi

Yapıldı sayesinde hastane intizam üzre

Mutayyep kıldı muhtacını hoşnut etti Allah

Buna etti delalet bir gayyur-u sahib-i himmet

Cenab-ı mir neş’et bend-i has-ı Şahenşah

Edip teşvik ehli hayru yersi hüsnü suretle

Hammiyetkar olan emsaline gösterdi şehrahi

Teşekkürle yazılsın tak-ı bab-ı tam tarihi

Şahenşeh-ı cihanın lütfu yaptı bu şifagahı

Hicri 1323 Rumi 1321

Arazi önce Bayındır Bakanlığı’nın depo, atölye ve garajı olur daha sonra Köy Hizmetleri Makine İkmal Binası olarak kullanılır. 2000’li yıllara gelindiğinde Köy Hizmetleri’nin kapatılmasıyla arazi Özel İdare tarafından devralandı. Sonrasında merkezi yerde olması sebebiyle lüks konutlar yapılması gündeme gelmiş olsa da sonunda alanın eğitim kampüsü olarak değerlendirilmesi kabul edildi ve İbrahim Evren Kız Meslek Lisesi, Dumlupınar İlkokulu gibi okullar yapıldı.” Hasan Özpınar

“Millî târih memleket malıdır. Saklamak, söylememek hıyanet olur ve adam yetişmesine mâni olur.”

Tarihçi Ahmet Tevhid”, “Milli Mücadelede Hilâl-i Ahmer”, İsmail Hacıfettahoğlu, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti ve Millî Mücadele

Millî Mücadele Döneminde Tıbbıyeliler ve Tabipler*

“Millî Mücadele dönemi tarihi incelenirken üzerinde durulması ve söz edilmesi gereken şahsiyetler arasında Tıbbiyeliler ve tabipler de bulunmaktadır. Bu dönemde ilk akla gelmesi gereken ise Sivas Kongresi’ne İstanbul Tıp Fakültesi öğrencileri adına katılan 3. sınıf öğrencisi 18 yaşındaki Savaştepe/Balıkesirli Hikmet Efendi olur. Bu kongreye katılması kararlaştırılan ikinci öğrenci Yusuf Ziya Efendi ise parasızlıktan Sivas’a gidemeyecektir. 

Ayrıca 1919 senesinde Tıbbiye öğrencisi olan Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay ve Ord. Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan da bu doktorlar arasında bulunmaktadır. 16 Mart 1920 günü İstanbul’un işgaliyle beraber Tıbbiye öğrencileri Hikmet Boran, Yusuf Balkan, Nurettin Osman (Otmar Savcı), Rüsuhi Düzceli, Denizlili Salih , Zileli Abdullah Mahzar Ataay da İzmit, Mudanya, Bandırma, İnebolu ve Samsun’dan celep, işçi, tayfa, tüccar gibi saklanarak Anadolu’ya geçerlerken yanlarında da sıhhiye depolarından kaçırabildikleri malzemeleri getirirler. Aynı şekilde Gülhane’den Kars’a giden doktorlar arasında da Şükrü Yusuf Sarıbaş, Süleyman Fehmi Ayberk, Nüzhet Veysi Atav, Kadri Yetkin, Nemci Şar, Abdurrahman kaman, İsmail Akgündüz, İnebolu’ya giden doktorlar arasında da bakteriyolog Hafız Sabri, Fazıl Esin, Nuri Rüştuğ (Pasiner), Cemil Rodos (Şenerler), Hazma Vahit (Göğem), Abdülkadir Dirim, Dr. Ali Bey, Dr. Ali Rıza Bey, Muhtar Davas da bulunmaktadır. Ayrıca Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından oluşturulan Sıhhi İmdat heyetleri çerçevesinde Anadolu’ya ilk geçen gruplarda Dr. Bnb. Mustafa Feridun Bey, Dr. Burhanettin Onat, Dr. Celal Ramazonoğlu, Dr. Vasfi Bey, Dr. Cevat Refik, Dr. Vefik Vassaf (Akan), Dr. İhsan Arif Derman, Dr. Bnb. Şefik, Dr. Yzb. Raik (Taşkasap), Dr. Reşit Galip, Dr. Lütfi Kırdar, Dr. Kazım Nuri (İçgören), Dr. Albay Şevket Enver Tonguç, Dr. Mazlum Boysan, Dr. Sırrı Hasan Alıçlı, Dr. Naim Gürcan, Dr. Asaf Zühtü de bulunmaktadır.

 Millî Mücadele çerçevesinde orduda görev yapmakta olan tabip subaylar ise 612 muvazzaf, 240 yükümlü (mükellef), 62 yükümlü olmayan ve 43 emekli veya istifa etmiş olmak üzere toplam 957 tabip, 148 muvazzaf, 57 yükümlü (mükellef) ve 19 yükümlü olmayan olmak üzere toplam 224 eczacı ve 26 diş hekimi şeklindedir. Sakarya Muharebesi öncesinde orduda 660 tabip, 146 eczacı ve 14 diş hekimi olmak üzere toplam 820 iken bu sayı Sakarya Muharebesi sonrasında 297 tabip, 78 eczacı ve 12 diş hekimi olmak üzere 387 olur. Bu mukayese Sakarya Muharebesi’nin gerçek manada tam bir ölüm kalım mücadelesi olduğunun da çok açık bir göstergesidir. 

1920 yılının son 7 ayından başlamak üzere 1922 senesi sonuna kadar geçen sürede bulaşıcı hastalıklara yakalanan askerlerin sayısı ise 49.665 olup bu askerlerden 3.229’u hayatlarını kaybetmişlerdir. Bütün Millî Mücadele boyunca hastalık sebebiyle hastanelerde ölenlerin sayısı 147 subay ve 22.543 er, askerlik daireleri bölgelerinde hastaneler dışında ölenler 118 subay ve 2.838 er, birliklerde çeşitli nedenlerle hastane dışında ölenler ise 688 er olarak belirlenmiştir. Aynı dönemde kıtalardaki hastanelerde 18.122 asker ve 98 subay hayatını kaybederken hasta sayısına göre ölenlerin oranı ise % 6.52 olur. Burada unutulmaması gereken bir nokta ise bu sayılara sıtmaya yakalanan hasta sayısının eklenmemiş olduğudur.”, “Her Gün Atatürk’le Beraber” sayfasından.*

Kurtuluş’a – Cumhuriyet’e Doğru

“1919 senesinde Tıbbiye öğrencisi olan Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay ve Ord. Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan da bu doktorlar arasında bulunmaktadır.”

“Milli Mücadele yıllarında Hastane Hilâl-i Ahmer’in (Kızılay) kontrolündedir. 10 Mart 1919 tarihli Karahisar-ı Sahip Hastanesi Baştabibi Abdurrahman imzalı bir mektupta Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nden acilen yetişmiş hastabakıcı ve hemşire istenmektedir.”

“Hilâl-i Ahmer Cemiyeti tarafından oluşturulan Sıhhi İmdat heyetleri çerçevesinde Anadolu’ya ilk geçen gruplarda Dr. Vefik Vassaf (Akan) da bulunmaktadır.”

Makalemin satır araları neler anlatıyor!

 

Atatürk’ün Baba Soyu Odaklanmış Şecere

Gazi Mustafa Kemal de Dr. Vefik Vassaf da gönülden ülkesine hizmet etmiş, örnek olmuşlar. Bundan güzel, onur verici ne olabilir ki!

Ve…

Büyük Çerkez Sürgünü’nde; Rengigül Hanım ana babasını, 1909’da Adliye Nazırı Mustafa Nâzım Paşa’sını kaybetmişti.

Şeceredeki Bedri dedem Afyon’da, Sami dedem Trablusgarp’ta esir düşmüştü. 

Münire anneannem Arabistan’da şehit düşen babasını tanımamıştı. Dayısı Kuvâ-yi Milliye komutanlarından Yarbay Arif Bey, çadırında mavzer kurşunuyla vurulmuştu. 

Babam, dedesini Çanakkale’de şehit vermişti. Eyüp dedem babasız büyümüştü.

Kayınpederim Çanakkale’de dayısını ve amcasını şehit vermiş, Çapakçur’da amcasını kaybetmişti.

Rus İşgâli’nde Aliye Hanım Trabzon’dan, Rabia Hanım Erzurum’dan sürülmüştü…

Ve niceleri…

Hayatları kayıptı. Çoğunun mezarı bile yoktu.

Ya sağ kalanların ruhları!..

Ama neşelenmek gerekti.

Neşe ile, sevgi ile, el ele büyümek, büyütmek gerekti…

19 Mayıs 2019’un yüzüncü yılını kutladık. Ruhları şad olsun diye!

https://www.guncelkadin.com.tr/2019/05/24/rengigul-ural-yazdi-marka-olma-yolunda-surdurulebilir-basariya-ulkemden-ornekler-uluslararasi-turk-bilim-insanlarimiz-4-prof-dr-vefik-vassaf-19-mayis-1919un-100-y/