Açıklama

 

Markalaşma Yolundaki Sürdürülebilir Başarı Kapsamında: “Yürüdüm ve yürüdüm ve ne gördüm?”

“Markalaşma Yolunda Sürdürülebilir Başarı” konferansında da değindiğim gibi sizce ben bu konu başlığımla ne anlatacağım? Yazımın devâmını okumadan önce bir süre düşünmenizi ve aklınıza gelenleri not almanızı rica ediyorum.

 Sözlerime, rahmetli Çetin Altan’ın kaynak kitaplarımdan biri de olan “Tarihin Saklanan Yüzü” kitabının satır araları ile başlamak istiyorum.

 "Bugün devlet arşivlerinde henüz elden geçirilerek derlenip düzenlenmemiş  doksan milyona yakın belge bulunduğu söylenir. Kendi aile ortamımızda da, daha önce yaşamış olanlardan arta kalmış mektupları, fotoğrafları, kitapları, yazıları defterleri doğru dürüst toparlayarak, kuşaktan kuşaklara miras kalacak aile arşivi yaratmaya merak sarmış kaç kişi vardır?”

 Edinburgh’taki okulumda okuduğum “Janet & John” ilkokul kitabım beni etkiledi ve yaşam felsefemi oluşturdu;

 “I walked and walked and what did I see?” dediğinde Janet; “Yürüdüm ve yürüdüm ve ne gördüm?” idi hayatım.

 Mevlevî atalarım da "Dinle" diyorlardı.

Ben de yürüdükçe gördüğüm, yaşadığım, duyduğum, iç ve dış güzellikleri özümsemeye gayret ediyorum. Yazabilmeye, dilim döndüğünce de tarif etmeye çalışıyorum. Acı-tatlı güzellikler, hayatın ta kendisi dediğimiz gibidir.

 Çetin Altan’ın “Janet & John”u okuyup, okumadığını bilmiyorum ama yaşadığımız ortamdaki “dünyayı tanımak” işin püf noktası galiba.

 Seçtiğiniz meslekte başarılı olmak istiyorsanız iyi bir arşivci olmalısınız. Bu bir ilimdir. 

İyi bir arşivci olmak hâfıza teknikleri geliştirerek belleğinizin daha da güçlenmesini sağlar. 

Gitgide önceliklerin püf noktalarını da kavramaya başlarsınız.

Yıllık, aylık, günlük planları yaparken de size faydalı olur.

Bir plan yaparken o tarihlerin önemine de vâkıf olursunuz. Bir etkinlik organize ederken hangi günlere rast geldiğine dikkat edersiniz. Böylece kokteylli bir tanıtımı Berat Kandili gününe getirmezsiniz. 
 
Plan - Not Tutmak – Arşivcilik Üçgeni
 
Nasıl bir adım önde olunuru da bunları özümsedikçe doğal bir refleksle yapmaya başlarsınız. Bu refleksler tıpkı Nobel ödüllü İvan Pavlov’un psikoloji ve fizyoloji alanındaki deneyleri gibidir. Her fert kendi başarı yolunda bu deneyimleri ile var olur. 

Çoğu kez de “bir adım önde ama gölge” başarı getirir. İşte işin püf noktası. En sâde örneklerle;

  • Bir toplantı kaç saat sürecek? 
  • Kaç kişi katılacak?
  • Telefon bağlanacak mı?
  • Telefon bağlanmayacak ise not nasıl iletilir?
  • Cep telefonları o toplantı dışında kalacak mı?
  • O toplantıda ne ikrâm edilecek?
  • Sonrasında nerede yemek yenecek?
  • Menü ne olacak?
  • Yabancı bir konuğu nasıl ağırlarız?
  • Nasıl ülkemizi tanıtırız?

 Bu sorular gibi onlarca daha soru olur. Bu on satırda bilmeniz gereken neler var? Kısaca:

  • Beden dilini bilmek.
  • Kişileri tanımak.
  • Kişilerin resmini çıkartmak.
  • Fotoğraf okumak. 
  • İkrâmın inceliklerini bilmek.
  • Yabancı bir konuğa ne hediye edilir?
  • Hangi konaklama - seyahat şekli ile mutlu olur?
  • Toplantı, yemek, otel odası için seçilecek çiçek ne olmalı?
  • Gizli evrak ve gizli kalması gereken konuşmayı nasıl içimizde saklayacağız?
  • Öncelikleri nasıl belirleyeceğiz?

Görülüyor ki çiçeklerden, yemeklerden, mûsîkîden de anlayacağız. Yâni rafine, sofistike olacağız.

İngilizcede iki sözcük pek hoşuma gider. Biri; "pleasure", diğeri "fruitfull".

Londra'daki Trinty House School'da "cooking for pleasure" derslerimiz vardı. "Zevk için yemek pişirmek". Zevk için yaparsanız hayatınızın içindeki her şeyi. Zevk alır ve verirsiniz. Buna ben "equal pleasure" yâni "eş haz" diyorum. 

"Eş haz" her olguda çok önemlidir. Okulda, işte, evde; arkadaşlar, dostlar, aile, eş, sevgili ile. Bu mutlu olmak-mutlu etmektir. İç huzuru ile mutlu olan insan daha başarılı, enerjik, sağlıklı olur. Sistematik plan prensiplerine uyar, planlı olursanız, evi evde, işi işte bırakabilmenin yöntemini kavrarsanız vaktiniz bollaşır. Başka uğraşlar edinirsiniz.

 "Direksiyonu bir kadının saçlarını okşar gibi tutacaksın." 

“Yılın Tam Ortası Hazirân” yazımda bahsettiğim güzellikler, dondurma tadında, deniz kokusunda, ay çiçeği tarlasındaki ruh hâli ile mutlu günlerle dolu olsun dilerim.

 Ve tatil beldelerine trafik yoğunluğu artarken, direksiyon başına geçenler kurallara uyarlarsa tatilin tadı güzel anılara eklenir. Değil mi?

 "Direksiyonu bir kadının saçlarını okşar gibi tutacaksın." diyen Ersin’in bu ifâdesi, kendisi gibi derindir. Başarılsa, belki de hem trafik kazâları azalır, hem de birliktelikler mutlulukla devam edebilir.

 “Kadına Şiddete Son”,

“Trafik Canavarı”

terimlerinin de sonu gelebilir. Ve umarım, içim sızlayarak okuduğum haberler ve bazı gözlemlerim de yerini zarâfete bırakır.  

Hâlâ, yâni modern çağın, gelişen teknolojinin tüm nimetlerini kullanan modern insanlar olarak adlandırılan bir dönemde, “dayak” haberlerini izledikçe üzülüyorum.  

Kentlerdeki trafikte birbirine tahammülü olmayan ağızlara kırmızı biber sürülesi bireylere, korna sesleriyle şâhit oldukça da hüznüm artıyor. 

Ve dedemlerin dönemini düşündüğümde; o zamanlar fazla vasıta yok, köprüler de yok tabiî. Herkes oturduğu yere yakın işte çalışıyor ve çoğunlukla yürünüyor. Öğlenleri yemeğe geliniyor. Öğle yemeğine eve gelen erkekler, doğal ürünlerle imâl ev yemeğini yiyor ve yine yürüyerek işine gidiyor. Yürürken arkadaşları, mahâllenin esnâfı ile muhâbbet ediyorlar. Akşam işten yine yürüyerek eve. Anlaşılacağı gibi trafikte stres yüklenilmeyen, medyadaki her an üzücü bir habere kâhrolunmayan bir zaman dilimi.

Kuşaklararası farklılıklarda kültür ve eğitim önemli ancak insanın içinde "pişmek" de olmalı. Yaşadığımız çevrede, canlı cansız her bir varlığın tepkisini sezerek, bilerek daha mutlu, huzurlu, daha güvenli yaşayabiliriz diye de düşünüyorum. Kedimizi severken tırmık attırmamak... Dalından böğürtleni elini kanatmadan toplayabilmek gibi... Farkındalık ve bilinç! Aslında hayat, hayatı yaşamak bir sanat!

"Direksiyonu bir kadının saçlarını okşar gibi tutacaksın." cümlesinin sentezi; sâdece arabanın değil, kadının dilinden, ruhundan anlamak.  “Aşk biter!” diyen görüşlere de ilhâm verir diye düşünüyorum.

Pekiî bu benzetme nasıl dilimize girmişti?

“Eski zaman şoförlerinin araba kullanmaya hevesli, yeni başlayanlara nasihâtlerinden biri bu yönde idi. Havalı direksiyon tâbiri vardı. Amerikan otomobilleri olan Oldsmobile, Chevrolet’de havalı direksiyonlar olurdu. Yâni bugünün hidroliği! Direksiyonu rahât çevirmeye yarayan mekânizmalar.

Normalde direksiyonu iyice sağa kıvırdıktan sonra, aynı şekilde sola çevirirsen olmaz! Sağa kıvırdıktan sonra serbest bırakacaksın, o kendini toparlar. Bu çevirme işini yaparken direksiyon simidinin içine elini de sokmamalı. Parmak, el içinde olursa direksiyonun kollarından birine çarpar, parmağını kırabilir. 

Direksiyonu avuçlarının içinde serbest bırakarak  tutmalı, direksiyonu sımsıkı, sert tutmayacak. Tutmakla tutmamak arası, avcunun içinde kayarcasına serbest bırakacak. Direksiyonun avuç içine sürtünmesinin kendine has bir sesi vardır. Eski İstanbul dolmuşlarından da bilinir.” diye anlattı Ersin.

Havalı direksiyon; isim, teknik. Hidrolik düzen ile kolayca hareket sağlayabilen motorlu taşıt direksiyonu.” olarak yazılmış tdk’da.

Trafikte, direksiyonu bir kadının saçlarını okşar gibi tutabilen bir erkek, evinde mutlu eder, mutlu ettikçe mutlu edilmez mi? Sokakta trafik kazaları, birlikteliklerde ayrılmalar da azalmaz mı? 

İnsan olma yolunda farkındalık, bilinç, gözlem ile daha mutlu olur ve daha mutlu edebiliriz. Ve tüm doğa paydaşlarımıza duyarlılık bilincinde isek bu yola, bu bilince girmişiz demektir.