Açıklama

"Türk Kültürünün Devamlılığında Görülen Özellikler"

“Kültür, asırların birikimi ile oluşuyor. İnsanın tarifi ve ona verilen değer de böyle anlaşılıyor. İnsanın hayatının değeri, hatıralarıyla eşdeğer aslında. Gelecek zaten henüz yaşanmamış bir geçmiş, değil mi? O halde; gelecek de hatıra demek, bir yere kadar.“ diye sohbetler ederiz.

Savaş ve sürgünlerde, deprem, sel gibi afetlerde; ne canlar gitmiştir! Üzülürüm, yüreğim yanar ama mal da canın yongası misâli, her zaman ateş düştüğü yeri yakar. Hele dünya markası sanat eserleri, her savaş, her sürgün, her yangında nasıl da yok olmuştur! Tüm dünyamızda bilebildiğim tüm savaşlardaki bedensel ve ruhsal kayıp “can”lara tarifsiz üzülürüm. Ancak sanat eserlerine, kitaplara içim gider. Hangi ülkeye, hangi kültüre ait olursa olsun, hiç ayırım yapmaksızın tarifsiz üzülürüm.

Kültür ise konumuz dedim ve rahlesinden nice öğrenci geçmiş, nicesine ilham vermiş bir büyüğümüzü anmak istedim.

Ustalara Saygı

Yine böyle bir sonbahar, Akatlar Kültür Merkezi’nde “Ustalara Saygı” çerçevesince, 1981 yılında Roma'da tanıdığım bir kültür elçisini andık.

O, dostumuz hocamızdı.

Talât Sait Halman.  Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı idi.

Roma deyince hemen akla "Roma'da Aşk Başkadır" geliverir değil mi?  Ortam bir aşk ile idi; ulvî bir aşk.

Henüz 23 yaşımı bitirmiştim. Kendisi de babamın yaşıtı olduğuna göre elli yaşındaydı.

İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Dokümantasyon Müdür Yardımcısı ve İstanbul Üniversitesi Bülteni Yazı İşleri Müdiresi idim. Bu bölümü,  basın ataşesi Selim Baban'ın kızı, Yaşar Kemal'in eşi Semiha Hanım kurmuştu. Bir burs ile Harvard'a gitmiş bana da vekâlet bırakmıştı. Henüz okulumu yeni bitirmiştim.

Matbaalarla ilgili o kadar acemiydim ki Horhor'daki Suphi Paşa Konağı'ndan önce Taksim'e çıkıyor, sonra Baba-i Ali'ye iniyordum.

Matbaacı Metin Bey, Adalı bir İstanbullu zat-ı muhteremdi ve ben dizgi odasına girdiğimde, Belgin Doruk'un "Küçük Hanımefendi Matbaada" ifadesindeki ironiyle tebessüm ediyordu. Sonra çok iyi ahbap olduk, Ada sohbetleri ve ada sefalarımızdaki karşılaşmalarımızda...

İstanbul Üniversitesi ile Roma Üniversitesi kardeş üniversitelerdi. Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılı'nda bir "Türk Haftası" düzenlenmesine karar verilmişti. Türkolog, Türk dostu Prof. Anna Masala arkadaşım olmuştu. Ersinle birlikteliğimizi bilen nâdir insanlardan biriydi. Türk âdetlerini seviyordu. Bir tanesi de "Sözlenmek" idi. Biz de yeni “söz”lenmiştik.

Bu haftaya Talât Halman, kültür elçimiz olarak New York’tan davetlimizdi. Bir yandan Rektör Prof. Dr. Cem'i Demiroğlu'nun konuşma metnini hazırlıyor, diğer yandan Anna ile gidecek “hocaların hocaları” olan ekibin organizasyonunu yapıyordum; Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Prof. Dr. Nüsret Ekin, Prof. Dr. Sahir Erman, Prof. Dr. Afif Erzen, Prof. Dr. Esat Çam, Prof. Dr. Yüksel Ülken, Prof. Dr. Yılmaz Altuğ, Çinuçen Tanrıkorur, Sabiha Tansuğ, Elif ve Bedi Aran konuklarımızdı.

Ne oldu dersiniz?

"Mehmet Ali Ağca Papa'yı vurdu." Gazete başlıklarına, radyo ve televizyon haberlerine yansıdı.

“Kelebek Etkisi” hüzünü ile tüm organizasyon, sil baştan ertelense de, etkinliği 23-28 Kasım 1981 tarihinde gerçekleştirdik;

"Atatürk: Tradizione e Cultura".

Roma Üniversitesi ihtişamlı bir üniversitedir. İstanbul Üniversitesi Beyazid Merkez Bina iç kısımlarını andırır. Açılış Konferansı'ndan sonra, sergiler ve müzik dinletisi süregelirken, hafta boyunca konferanslar Türkoloji Bölümü'nde devam etti. Sevgili Anna'nın konusu:

"Osmanlı İmparatorluğuna Hayrân Olan Biri Mustafa Kemal Atatürk'e Nasıl Aşık Oldu?" idi. 

Talât Halman'ın konusu; "Türk Kültürünün Devamlılığında Görülen Özellikler".

İnsanı etkileyen bir zarâfeti vardı Talât Bey'in. Konuşma tonu, güler yüzlü ve içten yaklaşımı, alçak gönüllü hâli ve derin bilgi birikimi ile Nil Nehri'nin gizemini yaşatıyordu, dinleyenlere. Roma Üniveristesi Rektörü'nün verdiği yemek öncesinde “on the rocks" ifadesindeki şiirsellik kayaların üzerinden süzülen köpük köpük denizi anımsatıyordu.

Gel zaman git zaman... Yıllar su gibi aktı... Dostluğumuz da... Ne güzel bir “Niyaz Zinciri” ki oğlumuzun Bilkent'te dekanı oldu, ona emanet ettik. Diplomasını elinden almakla kalmadı, Unicef gönüllü çalışanı da oldu.

Bir süre sonra, "Talât Hoca'yı kaybettik. Bizde emeği çoktur." diye buruk bir mesaj aldığımda oğlumdan, üzüntümü tarif edemem. Dekan odasında kalp krizi geçirdiğini öğrendik. Mesaj buruktu ama ya hiç tanımasaydık!

Duygu dolu “Ustalara Saygı” gecesinde eşimle yan yana oturduğumuz, yeğeni arkadaş-kardeşim Sema Al ile zaman zaman hasretle ve minnetle, saygı ve sevgiyle anarız. Eksik olmasın Sema "Aranızdaki bağ bambaşka idi." der, sevecen zarâfetiyle.

Evet, “Edebiyat Bağı” öyle bir bağ ki yüzyıllarca geriye gidiyorsunuz. Mevlânâ'nın dizelerinden... Yunus Emre'ye... Shakespeare'e...

Yaşı, milliyeti, dönemi, rengi, cinsiyeti yok…

“Edebiyat Bağı” tıpkı spor gibi gibidir. Kolayca tarifini yapmak gerekirse; daha güncel, anlaşılır olabilmesi adına. Taraftarın tutkusu gibidir.

Edebiyat Bağı dünya kültürünün bağıdır yüzyıllarca gerilere gidebilen! Kültür, asırların birikimi ile oluşuyor.