Açıklama

"Yazlıktan çocukluk (Esmanilgün Fenercioğlu) arkadaşım benim için bir yazı paylaşır mısın?" dedi. Bir yazım kendisi için, bu vesile ile Prof. Dr. Feyyaz Berkay* amcamızı da analım:

'70-71 yazı, İstanbul'daki en uç nokta yusyuvarlak camekanlı Ömür Tesisi. Arabası olanlar yoğurt yemeğe gidiyor, ya da düğün, nişan! Oradan sonra hiçbir şey yok gibi. Biraz Avcılar sahilde, sahil evler, Çekmece'de bir motel ve birkaç ev.

Belki de dünyanın en güzel cografik estetiklerinden biri; Mimar Sinan köprüsü, sağı göl, solu deniz. Buradan geçerken; her taraf çiçekler, sandallar, üstü açık siyah beyaz faytonlar, yaylılarla hayal ederim, Sinan’ın ruhunu şad ederek ve diğer tüm eserlerini düşleyerek. O bir dahiydi.

Sonra Kumburgaz, girişinde Zeki Müren'in yalısı, kışlık evi de İç Levent'te di.

Uçsuz bucaksız incecik kum, “şerbet şerbet” dedikleri pırıl pırıl, sığ bir deniz ve kıvrım kıvrım koylar. Başınızı çeviriyorsunuz tepelere ayçiçeği tarlaları, biraz da ağaçlar. Süt çiftliklerinden, taze süt almak için sabah erkenden kalkıp, elinde bir kapla, ayçiçeği tarlalarının arasında geçerek yürüyorsunuz, mis gibi. Tavuk çiftlikleri… Karpuz, kavun, domates traktörleri geçerken, kokusu yayılıyor. Elinize domatesi alıyorsunuz, avucunuzdan kokusu geçmiyor.

Elektrik henüz kesintili veriliyor, su da öyle.

Gelincikler açmış öbek öbek yamaçlarda, gel beni topla diyor. Deniz, yazlık, yüzmek, midye toplamak, ikmale kalmadan yaz tatili, rahatlatıcı kavramlar, değil mi? Bikiniler ve bikini üstüne giyilecek aynı renk ve desende takım kısa denizlikler, annelere mayolar, hasır şapkalar, çantalar, tokyolar, güneş gözlükleri, kot pantolon, boncuk aksesuarlar dikilebilen elde dikiliyor, işleniyor ya da yurt dışından getirtiliyor veya getiriliyor.

Plaklar da öyle. Disko denilen şey nedir disiplinli bir aile için? Yazlıkta bir yazlık disko, şimdiki tabirle "çakma disko", henüz genç kızlığa adım atıyorum. Yazlık da hep birbirini tanıyan aileler ve gençler, çocuklardan ibaret. Bütün gün deniz kenarı, kum heykeller, suları aka aka şeftali, kavun, karpuz yemek gibi hoşlukta bir deniz kenarı. Akşam üstleri anneannelerimiz ya da annelerimizin puf böreği, çiğ börek, ıspanaklı börek, veya krepleri… Bu lezzetleri yapıp bizi çağırıyorlar. Ben genelde ayranla yerim. Hala da günde bir-iki bardak ayran içerim. Annem çok güzel krep yapardı. Babamın arkadaşı, Prof. Dr. Burhan Aytuğ’un eşi rahmetli Claude teyzem bile "Böylesi Paris'te olmaz.” derdi. Fakülteye yazın çıkılmadığı günler olurdu, o günlerde bazen babam “Faik Beğendi” yapardı.
Faik Beğendi! Babamın özellikli güzel yaptığı yemekler vardı. Damak tadı da atalarında geçen genlerle gelişmiş olduğu için yemekten anlardı.

Gece diskoya gidilecek fakat nasıl? Anneler önceden babalara tiyo vermiş. Babalar zaten plan yapmışlar. Düşünce şu; bizim çocuklar tamam da ya başka çocuklar da oraya giderse? Orayı kim işletiyor, ne içiriyorlar? Gibi akla gelmeyen birçok soru! Sanırsınız Nato'ya girilecek. Hep bu böyle olmuştur, hala da öyle idi ya, neyse! Hepimiz şık bir şekilde ve daha çok beyaz; disko da parlar ya fosforlu gibi, işte öyle! Siteden bir grup halinde gidildi. Bizden büyük iki abiye kızlar emanetiz. Bir saat sonra ne oldu dersiniz? Tahmin edin? İnanamazsınız. Anne ve babalar o yuvarlak yazlık diskonun dışından, bazı aralıklardan bize bakıyorlar. Nasıl bir duygu bu?

Yapamadıklarımdan bir tanesi de bisiklete binmek. Bunun anısı ise çok komik. On iki yaşındayım ve gri-mavi-pembeli bir bisiklet istiyorum ama babam "Sen narin bir kızsın, peşine de takılan olur!" diye şiddetle karşı. Fakat annem bisiklet, fayton, köpeklerle, müstakil evlerde, tek çocuk olarak büyüdüğü için bana kıyamıyor. Sonunda yazın, sadece yazlıkta binmek üzere bisiklet alındı.

Babam, dedelerim gibi kıskanç tabiatlı bir adamdı ve bilmeyen yoktu. Benim arkamdan ayrılmıyor. Tıpkı kışın evimize yakın olan ve yürüyerek gidip gelebildiğimiz Nişantaşı’ndaki Konak Sineması'na nadiren izinle kız arkadaşlarımla film izlerken olduğu gibi. Arkadaşlarım "Baban annen arka sıralarda." demezler mi? Beş sıra arkada bana bakıyorlar. Tabii bende bir mahcubiyet, filme konsantrasyon neredeyse sıfır. Sinir bir durum o an, ama hayat işte.

Yazlığın arka tarafı olduğu gibi ayçiçeği tarlası, hâlâ ayçiçeklerini çok severim. Süt ve tavuk çiftlikleri vardı. Bamya tarlaları… Açık sinemalar. Hamit’in Çay Bahçesi… Sabah erkenden süt almaya gidiyoruz. Anneannem bamya topluyor. Bazen ebegümeci de toplardı. Kahvaltı sonrası denize iniyoruz. Pırıl pırıl bir deniz… Komşumuz ki Hüsrev Gerede’den de alt komşumuzdu Allah gani gani rahmet eylesin Hadiye Hanım teyzenin eşi, bir iş adamıydı Hulusi Bey amca. “Şerbet gibi” derdi deniz için. Hadiye Hanım teyze de kışın Ramazan’da kaloriferin borusuna tıklatırdı sahurda, bizden bir ayak sesi duymazsa. Anneannem hemen kalkar börekleri ısıtmaya başlardı. Üzüm hoşafı da meşhurdu. Ben de oruç tutmasam bile kalkar, elimi yüzümü yıkar sofraya eşlik eder ve sonrasında dersimi çalışırdım.

Dönelim 1968-70'li yıllarındaki Kumburgaz’a. Yanımızda Sancak Tül’in bahçe içinde büyükçe bir evi vardı. Sonra damadı Tamer Yiğit oldu. Sahilde, kumdaki muhabbetlerde roman gibi gerçek öyküler dinledim. Diğer komşumuz da; hocaların hocası tıp fakültesinden Prof. Dr. Feyyaz Berkay, eşi Melba teyze ve çocukları otururdu. Melba teyze çok iyi bir insandı. Balkondan balkona dostluk güzeldi. Kızı Nuray da arkadaşımdı. Kışın İç Levent’te otururlardı. Biz de o yıllarda Levent’te taşınmıştık. Zira moda idi. Kışlık ve yazlık komşularımız birbirinden değerli, hali vakti yerinde, kültürlü, gün görmüş kişilerdi.

Yazlıkta önümüz deniz, arkamız tarlalarla doğaldı. Tarlaların arasındaki dar bir köy yolu boyunca incecik bir dere akmaktaydı, tertemizdi. Kurbağaların sesleri çok hoşuma giderdi. Bisikletimi de gayet güzel kullanmaktayım, fakat her şeyden biraz ürktüğüm için ki bunlara böcekler de dahil. Aynı Dennis the Menace filmleri gibi, dozdozlarının büyükleri olur ya dozdoz diyorum ben başka adı varsa bilmiyorum. Gel, ellerime yakın uçmaya başla. Ben ellerimi havaya kaldırıp, konsantrasyonumu yitirince dereye yuvarlanmadım mı? Allah’tan sadece bir metre aşağıya. Tabii, bacaklarımda çürükler oluştu ve o çürükler geçinceye kadar babam bana pantolon giydirdi, denize girmeme de izin vermedi. Niye biliyor musunuz? Kız çocuğunda çürük ayıpmış. Hadi genç kız olsam neyse. O günden sonra, bisiklet tutkum sadece iyi kullanan sevdiğim erkeğin, yani Ersin’in arkasına oturup, beline sarılıp, sırtına yüzümü yaslıyarak, kulağımla nefesini ve pedal çevirirkenki eforunu dinleyerek olabildi.

Her şeyden mutlululuk çıkartmak, tebessüm ettiriyor dudaklara, ruha da gençlik aşısı misali. Ne dersiniz?

Rengigül Ural, RE Books Arts Özel Arşiv

Müzik: Romy Schneider & Michel Piccoli "La chanson d'Hélène"

*http://norosirurji.dergisi.org/pdf/pdf_TND_429.pdf