Açıklama

YILIN TAM ORTASI HAZİRÂN

Şemsiye Şems’ten Gelir

Geçen yazım "Saygılı "ol"mak: Zarâfet ile Duyarlı "ol"mak"ta bahsettiğim anneannem Bahriye Hanım’ın, çoğu kez küçük boyutta, el tutma yeri kemik, yazlık şemsiyeleri vardı. Bir de öyle güzel yelpazeleri vardı ki, her birini zevkle incelerdim. Ancak, kimselere vermeye kıyamaz ve yelpazesiz de yapamazdı. Yazın gezmeye ya da Ihlâmur Kasrı'na giderken “Anneanne yağmur yağmıyor ki!” dediğimde “Şemsiye şems’ten gelir, asıl güneşte şemsiye gerek.” diye tebessümle cevap verirdi. Yüzündeki hâz Çarliston dansını icra ederken yansıyan, ya da Heybeli’ye demirli Savarona yatını, akşam sefâsı çiçeklerinin rengârenk güzelliklerini seyrederkenki hâzza benzerdi. O nesil, yaza kışa göre giyim kuşama dikkât ederdi, renklere dikkât ettikleri gibi. Gönülleri de savaş gördükleri için yaz ferâhlığında idi.

Yazın ferâhlığını, ferâhlık veren her şeyi, hele Hazirân ayını, başka türlü severim. Gerçi mevsimlerdeki her ay ve gün benim için özeldir, güzeldir ama Hazirân bir başka!

Ne sıcak ne soğuk, ılımân olduğu için midir? Bütün çiçekler patlamış, mis kokuları, cıvıl cıvıl renkleri doğaya yayılmış, ondan mıdır?

Okullar tatil olur da yazlık sefâları başlar. Denize, kumlardan minicik ayaklarla neredeyse bale yaparmışçasına kavuşmanın, yüzlere yansıyan tebessümünden midir? Upuzun sahilde güneşe doğru yürürken, ara sıra deniz suyunu avuçlara alıp, tene değdirmekten midir? Deniz kıyısındaki suyun içinde, köpük köpük olmaktan mıdır?

Güzelim çiftli, üçlü, beşli saplarındaki kirazları, yemyeşil kabuğunu çatlatan buğulu kıpkırmızı karpuz, içi ağdalı, mis kokulu kavun dilimlerini, hele incecik kabuğunu soyduktan sonra kokusu kendine has, sulu sulu  Bursa şeftalisini gözlerdeki ışıltı ve sevinçle ısıra ısıra, tadına vara vara yerken, damakta bıraktığı hâzdan mıdır?

Sâde ve şokolalı dondurma, külâhâ doğru akarken ve çocuklar gibi tebessümle yalarken, ertesi gün mandalinalı mı olsa acaba diye düşünmekten midir? Hâni dondurma tezgâhının önünde durursun da guddelerin şişerken yutkunursun. Hangi topu koydursam külâha diye içinden geçirirsin, için geçer aslında. Kara dut mu, karamel mi, limon mu, çilek mi, şokola mı, vanilya mı, parça kayısılı mı? Derken  sâdece bir topluk külâhı eline alıp, ilk dilini değdirdiğin an vardır ya gözlerinde ışıltılar, tebessümlü bir yüz. Sıcaklaşan günlerde ruhlara tatlı bir meltem gibi.

Güneş tam kızgın değilken elmacık kemikleri, omuzların üzeri pembeleşir de daha sağlıklı görünür ya insan! Yanaklardaki çiller de biraz çıkar, gözlerdeki sarı-yeşil hâreler daha da canlanır ya!

Geceleri sahillerde kayıkların halatları yakamozlara yansırken bir de İspanyol gitar sesi, dalgalara karışmaz mı? Ondan mıdır?

İşte, yılın tam ortasını böylesi severim, daha bir tutkulu.

Mitolojideki “Juno” da “Hera” değil midir? Evlilik Tanrısı’nın iyi şans getirdiği, baharın coşkusundaki ilk yaz! Satürn'ün kızı...

Güzeldir tadına varmak, bir tat olmak, tat almak.

Bir gülü içine çekerek koklamak; yapmacıksız, sevdiğin için, içinden geldiği gibi bir davranış, güzeldir.

Ah bu Hazirân! Coşkulu, muzip, sevecen, tutkulu, masum.

Geceleri nemlenen ağaçların kokusu, çekirgelerin sesleri, ateş böceklerinin yanıp sönen ışıkları. Gündüz kuş cıvıltıları, renk renk kelebekler, kumlardaki karıncalar, yolda durup, karınca yuvalarındaki inanılmaz telaşı dakikalarca seyretmek.

Rüzgâr gülünün her rengiyle hafif bir meltemde dönmesi, rengârenk şifon yazlık elbiselerin, mayoların minicik etekleri gibi. Şapkalar, şezlongların üzerindeki hasır şemsiyelere göre yer değiştirmeler ve o hasırların arasından süzülen, güneşin parlak ışığı. Bahçelerin çimlerini sularken, bacaklar da ıslanınca atılan kahkahalar!

Yaşayan, yaşatan bir güzel hoşluk, değil mi?

Hayatı böyle algılarken, “Ümidimizi kestiğimiz zaman hayat bize küsüyor.” demişti bir büyüğüm. Bir şiirimin de hissine tercümândı sânki. Tekrar tekrar yeşermek, yeşertmek. Hazirân gelirken “İkizler” ve “Yengeç” sembollerinin gizemini barındıran bu güzelim ayda, yeşermeyi hissetmek!.. Hüzünlerin kumlara yazılıp, dalgaların silmesi, genç denizatının gülen yüzünün izdüşümü bir güzel yaza daha sağlıkla, neşe ile girebilmek, gönül bolluğu ile. 

Pırıl pırıl bir yaz, sabahlardan bir sabah, geçmişten geleceğe akîde şekeri tadı gibi, dışı cam gibi parlak, içi bahârat.

Bir bebek uyanışı sânki. Sabahın erken saatlerinde, yatağından gelen agucuk sesleri neşesindeki tat. Kalkıp, bakmadan, gülücüklerle, tatlı yumuşak ses tonuyla ona doğru eğilip, kirpiklerin neredeyse elmacık kemiklerinde ipeksi yanaklarına bir bûse dokundurmadan yapamayacağın bir sabah gibi, her sabah. Fikret Kızılok’un o tatlı sesinden “La vie est Breve”yi, Céline Dion’dan “Parler à mon père”yi  dinlerken aldığım hâz gibi. 

Akşam bahçede güllerin nemlenen rayihâsı yasemine karışırken, mehtapta bahçe mumları ile Prens Adaları’ndan gelen meltemin, deniz kokusuna karışan salkım salkım çiçekler açan akasyaların esintilerini sunuyor yılın tam orta ayı Hazirân. 

Şems’ten gelen şemsiyelerimiz, yelpazelerimiz hoş kokulu akasyalar ile ferah, mutlu ve huzurlu nice güzel Hazirân ayları yaşamak umudu ile.